“5 aylık süre protokolün yerine getirilmesi için yeterlidir”

“5 aylık süre protokolün yerine getirilmesi için yeterlidir”

 

 

Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Kudret Özersay, Türkiye Cumhuriyeti ile imzalanan protokole ilişkin “Bir ülkede reform yapmak için bir başka ülkeye karşı taahhüt altına girme felsefesi zaten çok kolay sindirilebilecek bir şey değil. Daha önceki ekonomik protokollere, içindeki maddelere baktığınızda çok sürpriz bir şey var mı emin değilim. Ekonomik anlamda rakamlarda birtakım değişiklikler olabiliyor. Bazı giderlerin kısılması, istihdam politikalarına ilişkin birtakım tedbirler alınması gibi… En önemli fark, 2019’un sonuna kadar sürecek sadece 5 aylık bir program olması. Bu süre de protokol maddelerinin yerine getirilmesi için yeterlidir” dedi.

BRT’de gündemin önemli başlıklarını değerlendiren Başbakan Yardımcısı, mali protokol sürecinin, ekonomiyle ve kurumsal yapının dönüştürülmesiyle bağlantılı olmayan siyasi veya ülkenin yapısıyla ilgili konularla ilişkilendirilmesinin yanlış olduğunu belirtti. Özersay, Anadolu ilahiyat koleji tartışmalarına ilişkin yaptığı açıklamada; “Bu ekonomik protokolün yapılması süreci şimdi başlamadı. Dörtlü koalisyon döneminde başladı, şimdi tamamlandı. Bu bir süreçtir. Bu sürecin içinde doğrudan doğruya ilişkilendirmeyi ben görmedim. En üst düzeyde toplantılara katıldık. Zamansal olarak paralel gündeme geldiği oldu ama doğrudan ilişkilendirilmedi. ‘Eğitimle ilgili bunu kabul ederseniz ancak ekonomik protokol imzalanacak’ gibi doğrudan ilişkilendirme görmedim. Bir gerçek var; Türkiye Cumhuriyeti’nde siyasal iktidar Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde belli bazı konularda bizim çok fazla içimize sindiremediğimiz hassasiyetler gösteriyor ve bazı talepler ortaya koyuyor. Bu bir realitedir.” dedi.

 

“Ülkemizdeki bir okulun yönetiminin başka bir ülkeye devredilmesi mümkün değildir”

 

Kudret Özersay, Eğitim ve Kültür Bakanlığı ile Türkiye Cumhuriyeti Eğitim Bakanlığı arasında eğitim kalitesinin yükseltilmesine yönelik imzalanan mutabakat zaptının, olduğundan daha farklı sunulup siyasal istismar yapılmaması gerektiğinin altını çizdi. Özersay, İlahiyat kolejiyle ilgili sadece bugünü ele alarak değerlendirme yapmanın sağlıklı olmayacağını belirtti. “Eğitimin birliği ve bütünlüğü açısından, vatandaşın Kuran veya Arapça öğrenme yönündeki taleplerini baştan çözebilirdik” diyen Başbakan Yardımcısı, ilahiyat kolejinin kuruluşunda hata yapıldığını belirtti. Özersay, “Vatandaşın çocuğuna Arapça, Farçsa, Kuran öğrenmesi yönünde bir isteği olduğunda Milli Eğitim Bakanlığı’nın tüm okullarında seçmeli dersler sağlayabilirdik. Sadece bu maksatla bir okul kurulup, Türkiye’de de olmayan bir ‘ilahiyat koleji’ kavramı geliştirmek, en baştan doğru kurgulanmış bir yapı değildir. Geçmişte de okulun kapatılması yönünde bir ifadem olmadı ancak Türkiye Cumhuriyeti yetkililerine bu ülkenin dokusunun, yapısının, hassasiyetlerin, dünya görüşü ve dine bakışının daha farklı olduğunu anlatabilmemiz gerektiğini savundum. Bu dönemde de aynı düşünceyi savunmaya devam ettik. Hem dörtlü koalisyon döneminde hem bu hükümette karşımıza çıkan ‘Bu nitelikte okul kuralım’ talebini doğru bulmadık mesela. Mevcut okul yönetiminin Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanması talebini de doğru bulmadık. 2013 yılında yaptığım açıklamada ‘Bunu Türkiye Cumhuriyeti yetkililerine anlatmak gerekir’ diyordum, son iki hükümette de en üst düzeyde anlatma imkanı bulduk. Kuzey Kıbrıs Anayasası’na göre ülkemizdeki bir okulun, KKTC dışındaki bir ülkenin Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanması mümkün değildir. Türkiye’de azınlık okulları var, yabancıların kurduğu okullar var, misyoner okullar var. Hepsinin ortak özelliği, müfredatını Türkiye Milli Eğitim Bakanlığı’nın belirlemesi ve tümünün bakanlığın denetiminde olması.  Bizim ülkemizdeki bir okulun denetimi, yönetimi neden Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı’nda olsun ki? Binden fazla öğrencisi olan ilahiyat koleji konusunu ayrışmaya ve kavgaya neden olmadan çözmek zorundayız. İnsanları ötekileştirerek çözülecek bir mevzu değil, çünkü öğrencilerden bahsediyoruz.” dedi.

 

“Limanlar kamu özel ortaklığı olacak”

Başbakan Yardımcısı Kudret Özersay, özelleştirmeye ilişkin soruları da yanıtladı. KIBTEK’le ilgili yanlış bir algı olduğunu belirten Özersay, gelir-gider hesabını doğru yapabilmek adına muhasebe anlamında bir ayrıştırmanın sözkonusu olduğunu ifade etti.

Özersay açıklamasına şu sözlerle devam etti: “Tamamen özelleştirilecek gibi bir kavram kullandığınızda hemen ‘sattık elden çıkardık’ gelir akla. Böyle bir anlayış yoktur. Elden çıkarma ifadesi Kooperatif Merkez Bankası’nın iştirakleriyle ilgili olarak geçer aslında. Orada bile bütün mallarıyla birlikte satılması anlamında değildir, kooperatifler bağlamında bir devirdir. Limanlarla ilgili düşüncemiz kamu özel ortaklığıdır. Protokolde yazan da budur. PPP denilen dünyanın her yerinde uygulanan bir yoldur. Devlet, ilgili yerin sahibi olmayı sürdürüyor. Sadece belli bir süre işletmesini bir veya birden fazla şirket ya da bir konsorsiyum üstleniyor. O süre zarfında gerekli yatırımları yapıyor. Ülkemizde yerli yatırımcılar ihaleye girmek için konsorsiyum oluşturmaya başladılar. Fizibilite çalışması yapıp proje hazırlıyorlar. Bu iyi birşeydir. Telefon dairesiyle ilgili bir kamu özel ortaklığı olacak ama altyapı bağlamında Bakanlığın farklı hassasiyetleri var. Türkiye Cumhuriyeti’nin 2016’da yaşadığı darbe girişimi nedeniyle o dönemde özelleştirilmiş olan telekomünikasyonla ilgili stratejik bir sıkıntı yaşandı. Stratejik önemi olan bu noktada devletin bütün kontrolü elden kaybetmemesini sağlayacak bir düzenlemeye gideceğiz. Aynı şey elektrik üretimi için de geçerlidir. Her hal ve şartta KIBTEK varlığını sürdürmeli ve belirli miktar elektrik üretiminde bir rol sahibi olmalıdır.

Telekomla ilgili Sayın Bakan dörtlü koalisyon döneminde bu konuyu Bakanlar Kurulu’na getirdi, şartname hazırlığı da yapıldı. İhaleye çıkılması, sonuçlanması ve işin başlaması bağlamında tabii ki 5 ayı geçer muhtemelen. Siyasi iradenin gösterilmesi için bu süre yeterlidir.”

 

“Maraş’ta bugünün envanteri çıkarıldıktan sonra adım atacağız”

Kapalı Maraş konusunda hükümet düzeyinde Bakanlar Kurulu’nun aldığı karar bir envanter çalışması yapma kararı olduğunu belirten Başbakan Yardımcısı, bu çalışmanın sonucuna dayalı olarak bir adım atacaklarını söyledi. “Gerek Vakıflar İdaresi’nin

gerekse eski sakinlerinin mülkiyete dayalı haklarına halel getirmeksizin bu çalışmaları yürütmek temel prensibimizdir” açıklamasını yapan Özersay, “Bu bölgenin askeri bir bölge olmaktan çıkarılıp sivil bir bölgeye dönüştürülmesidir istenen. Bunu ne zaman ve ne şekilde yapılacağı envanter çalışmasının sonucuyla doğrudan ilişkilidir. Taşınmaz malların, yapıların kendi içinde tasnif edilmesiyle ilgilidir. Genel olarak bölgenin bir fotoğrafını çıkarabilmemiz lazım. 1980’de yapılan, el yazısıyla yazılan bir envanter işimizi görmez. Bizim ilgilendiğimiz bugündür. Bugün bir döküm çıkarıp bugünkü durumuna bakmak lazım.” dedi.

Mimar- Mühendis Odaları, Taşınmaz Mal Komisyonu, Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nden temsilcilerin olduğu bir envanter komisyonu kurulduğunun bilgisini veren Özersay, komisyonun, en üst düzeyde yasak olan askeri bir bölge içinde bir çalışma yapmaya başladığını sözlerine ekledi. İçinde, Salamis’ten, Engomi’den ve başka yerlerden çıkmış çok sayıda eserin bulunduğu bir müzenin varlığından da bahseden Özersay, eserlerin orada ya dışarıda bir yerde olabildiğince erken bir zamanda sergilenmesi gerektiğini belirtti. “Sadece Kıbrıs’ın değil dünyanın kültür mirasının bir parçasıdır” ifadesini kullanan Başbakan Yardımcısı, Maraş konusunda ciddi olduklarını ve zamana yayma düşüncelerinin olmadığını söyledi.

“Maraş projesini aylar içinde tamamlamayı hedefliyoruz”

Yol yapma, eski evlerin onarımı ya da yeniden inşası gibi bir proje şu an için olmadığından ciddi bir finansmana ihtiyaç duyulmadığına dikkat çeken Özersay, “Bizim hayatımızı olumsuz yönde etkileyen, kilitlenmiş, statükonun sembolü haline gelmiş bir durum var. Kıbrıs meselesi gibi… Kıbrıs meselesini çözmek için hem Rum tarafının hem de uluslararası aktörlerin de iradesine ihtiyacımız var. Hükümet olarak, Kapalı Maraş’la ilgili bizim irademizle yapılabilecek şeyler olduğunu düşünüyoruz. Aylar içinde tamamlanmasını istiyoruz, irademiz o yöndedir.” şeklinde konuştu.

 

“5’li toplantı bizi kaldığımız noktaya götürecekse, bu bizim aleyhimizedir”

“Kurumlar olarak birbirimizle kavga ederek bir yere varacağımızı düşünmüyorum” diyen Başbakan Yardımcısı, “Hükümet adına söylüyorum, müzakerelerin kaldığı yerden devam etmesini bizi kısır bir döngüye sokacağını ve statükoyu devam ettireceğini düşünüyoruz. O nedenle açık yüreklilikle daha farklı ortaklıklarda üzerinden oturup konuşulması gerektiğini düşünüyoruz. 5’li toplantı yapılabilir ama bu toplantı kaldığımız noktaya bizi götürecekse Kıbrıs Türk tarafının aleyhine olacaktır. O toplantıda bir araya gelindiğinde, Anastasiades’e ‘İki bölgeli iki toplumlu federasyonu görüşmeyi istiyor musun denildiğinde ‘evet’ diyecek. Bu egzersiz 50 sene daha devam edecek. Müzakerenin kaldığı yerden devam etmesi bana göre tehlikedir. Özü, içeriği konuşmamız lazım. Kıbrıs Rum toplumu zenginliği, yönetimi paylaşmak istemiyorsa, daha farklı bir ortaklık kurabilir miyiz diye konuşalım. Kapsamlı çözümden önce ndoğalgazda nasıl bir işbirliği yapacağımızı neden konuşmuyoruz? Geçmişte takvim olduğunda da denedik olmadı. Her yöntemi, yolu denedik olmadı. Doğru soruyu soralım; neden bu paylaşım noktasında Rum tarafı sıcak bakmıyor? AB üyeliği ve doğalgaz konusu Rum tarafını paylaşımdan daha da uzaklaştırdı. ‘Sorunu çözmeden de Kıbrıslı Türkler’in onayını almadan da bu gazı çıkarıp satabiliyorum’ diyor. Tüm haklar elindeyken, 1963’ten bu yana fiiliyatta bir üniter devlete dönüşmüş olan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni neden paylaşacaksınız? Siz olsanız paylaşır mısınız? Bunu konuşmamız lazım. Federal ortaklığın federal kültür gerektirdiğini, zenginliği paylaşmayı gerektirdiğini düşünüyorsak ya şartları değiştireceğiz ya da kimse bize yardım etmiyorsa başka bir ortaklığı konuşacağız. Statüko sürdürülebilir olmamalı, yeni fikirler üretebilmemiz gerekiyor.” ifadelerini kullandı.